25 Kasım 2009 Çarşamba

reha muhtar' in Ataturk yazisi


Unutmak isteyenler vardır Mustafa Kemal’i...
Unutturmak isteyenler de bulunur mutlaka...
Kendi amaçları için kalkan edenler de mevcuttur...
Dogmalar halinde çağdışı kalmış fikirlerini onun üzerinden empoze etmeye çalışanların olacağı gibi...
***

Atatürk’ün Çankaya sofraları çok konuşulur...
“Memleket içki sofrasından idare ediliyor” denerek Mustafa Kemal aşağılanmaya çalışılır...
Gazi daha hayattayken, ona dalkavukluk yapmaya ihtiyacı olmayacak, ondan rant sağlamaktan medet ummayacak bir adamın sözünü çıkarttım...
Konuşan, burnundan kıl aldırmayan, insanları ve milletleri snobize eden, diye bilinen bir ülkenin Başbakanı’dır...
Fransa’nın Başbakanı Atatürk’ün sekreteri olmak istemekte ve bunu söylemekten gocunmamaktadır...
***
“Sizlere şunu söyleyeyim ki, ben Atatürk’e sekreter olmak isterdim. Sebebi de, O’nun her akşam sofrasında bulunup yüksek fikirleriyle beslenmek dileğinde oluşumdur.”
1933,
Edward Herriot, Fransa Başbakanı
***

Mustafa Kemal’in savaşlar yaptığı, düşmanı dize getirdiği hep söylenir ve her savaşta “Mustafa Kemal referans alınır...”
Oysa savaşmasını bilir...
Ama barış yapmasını da bilir Gazi...
Hem de “denize döktüğü, ülkesini kısa süre önce işgal etmiş düşmanla bile...”
Şu satırlar, denize dökülen bir işgalci devletin Başbakanı’nın denize döküldükten 12 yıl sonra onun için Nobel’e teklif ettikleridir:

“Norveç Nobel Komitesi Başkanlığı’na;

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla bölgedeki istikrarsız durum sona ermiştir. Teokratik bir rejimle yaşayan, din ve hukuk kavramlarının birbirine karıştığı, çökme sürecindeki bir İmparatorluğun yerini, güç ve hayat dolu, modern ve milli bir devlet almıştır. Barış dünyasına bu değerli katkı, Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa sayesinde yapılabilmiştir. Bu nedenle, Yunanistan Hükümeti Başbakanı sıfatıyla, Mustafa Kemal Paşa’nın Nobel Barış Ödülü’ne adaylığını takdim etmekten şeref duymaktayım.” 12.1.1934, Venizelos, Yunanistan Başbakanı...
***
Atatürkçülük üzerine sürekli birileri, “boylarından büyük laflar” ederler...

Ezberledikleri iki üç sözcük ve tümceden koskoca bir lideri anlatmaya yeltenirler...

Bazen “Kemalizm” diye Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatı, inandıkları, mücadelesi ve tarzıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir dogmalar tortusunu, yutturmaya kalkarlar millete...

Oysa şöyle der Atatürk;

“Ben size hiçbir dogma veya doktrin bırakmıyorum. Benim doktrinim müspet ilimdir!” (Falih Rıfkı Atay, ’Çankaya’, 1968, s. 13)
***
Ve elbette ki, her haklı olduğuna inanan insanda olduğu gibi, kibir, onur ve haysiyete düşkünlük had safhadadır:

“Burada ev sahibi biziz!”

İstanbul’un işgal günleri idi...

Başta General Harrington olmak üzere bir kısım işgal kumandanları Pera Palas Salonu’nun bir köşesinde otururlarken, başka bir köşede oturan Mustafa Kemal nedense onların dikkatlerini çeker...

Kim olduğunu soruştururlar...
Mustafa Kemal denir...

Onlar için Mustafa Kemal, Birinci Dünya Savaşı’nın en ünlü şahsiyetlerinden biridir...
Yabancı dillerde Çanakkale Harpleri’nden bahseden ve daima Mustafa Kemal’in isminde düğümlenen kitaplar ve yazılar o zaman bile azımsanamayacak kadar fazla idi...

Kendisine haber göndererek masalarına davet ederler, ama Mustafa Kemal’in cevabı hem nazik, hem kesindir: “Burada ev sahibi olan biziz! Kendileri misafirdirler! Onların bu masaya gelmeleri gerekir!..”
*****


SELANİK’TEN YAHUDİ Mİ ÇIKAR?..

Atatürk’ün uşağı Cemal Granda’nın anılarından “Selanik’ten Yahudi mi çıkar?..” anekdotu:
Bir gün Çankaya’da eski köşkte, Selanik’te Berber Mehmet ve Berber Rıdvan’la antrede oturmuş konuşuyorduk...
Berberlerin ikisi de Atatürk’ün hemşehrisi olduklarından kendilerini imtiyazlı sayarlar, yüksekten konuşurlardı...
O gün yine zayıf tarafımı bulmuşlar, bana şakadan takılıyorlardı...
“Biz Selanikliler olmasak siz kurtulamazdınız...” diyorlardı...
Ben de cevap olarak “Biz kendi kendimizi kurtarırdık... Selaniklilere ihtiyacımız yok... Hem Selanik’ten çıksa çıksa Yahudi çıkar...” diyordum.
***


O sırada merdivenleri yavaş yavaş inen Atatürk’ü görmemiştik...
Konuşmalarımıza istemeyerek kulak misafiri olmuş ki, sofrada bir Selanikli olan Nuri Conker’e damdan düşer gibi sordu...
“Nuri Bey Selanik’ten ne çıkar?..”
O anda beynimin karıncalandığını hissettim...
Demek korktuğum başıma gelmiş, Atatürk antrede konuştuklarımızın hepsini duymuştu...
Nuri Conker, Atatürk’ün nazını çektiği kaprislerine katlandığı eski çocukluk arkadaşı olduğu için aklına eseni söylemekten çekinmeyen biriydi...

Sanki bütün konuştuklarımızı biliyor da sanki beni korumak kararını vermişçesine “Selanik’ten bol Yahudi çıkar Paşam...” demesin mi...

Bunun üzerine Atatürk yüzünde alaylı bir gülümsemeyle daha önce kulağına çılanmış dedikoduların tümüne karşılık verdi:
“Benim için de bazı kimseler Selanikli olduğumdan Yahudi olduğumu söylemek istiyorlar...
Şunu unutmamak lazım ki Napoleon da Korsikalı bir İtalyan’dı...
Ama Fransız olarak öldü ve tarihe Fransız olarak geçti...
İnsanların içinde buluduğu topluma çalışmaları lazımdır...”
***


Bu anekdotu da Atatürk’ün kafatasçılığa bakışına örnek olarak vermek istedim...

İçinizdeki Atatürk’ü yaşatın...

Temiz ve nahif olanını...

O Atatürk’te eminim ki kendinizi bulacaksınız...
*****

Mustafa Kemal gibi bir tarihsel şahsiyetin yanında ben bir hiçim...

Benim yapmadıklarımı yapmış gösterip rant sağlamaya çalışanlar oluyorsa, Mustafa Kemal gibi rantı bol bir lider üzerinden kimler neler sağlıyorlar bir düşünün...

Onun için bu 10 Kasım’da Gazi’yi, kendi anılarından, anekdotlardan seçtiğim küçük bir potburiyle anlatmak istedim sizlere...

Burada antılan bir demet anı, onun kendisidir...

Üzerindeki “rant” değil...